2.Bölüm

452 34 21
                                    

"Cereeen," diye annem her zamanki melodik sesiyleseslendiğinde yemek saatinin geldiğini anlamıştım. Aç değildim. Son zamanlardahiç açlık hissetmiyordum zaten. Babam böyle giderse dışarı çıkarken ceplerimeçakıl taşları doldurmak zorunda kalacaklarını söyleyerek bana takılıyordu.Annem ise okulların açılması ile birlikte yeni bir virüs salgınına yakalanmışolmamdan endişeleniyordu. Aslında bir bakıma haklı sayılırdı çünkü okuldakikızların büyük bir çoğunluğu bir çeşit hastalığa yakalanmıştı. Adı Koray olanbu salgından en fazla etkilenenler de büyük olasılıkla benim gibilerdi. 'Benimgibiler' konusunu en kısa biçimde açıklayacak olsak 'Tuğba gibilerin tam tersidemek mümkündü. Sanım Tuğba gibileri açıklamak benim gibileri açıklayarak kendiyarama tuz basmaktan daha iyi olacaktı.Tuğba ve arkadaşları okulun en popüler, en büyükhayran kitlesine sahip, en dikkat çekici ve en kaprisli kızlarıydı. Bunun enbüyük nedeni tabiat annenin onlara kıyak geçerek yaşıtlarından daha erkenolgunlaşmalarına olanak sağlamasıydı. Bunu her düşündüğümde yaptığım gibi şimdide başımı eğip göğüslerime bakmıştım. Sanki bu sabahtan beri mucizevi birbiçimde büyümüş olmaları mümkünmüş gibi. On bir yaşımdan beri her sabahgiyinirken giysi dolabımın aynasındaki yansımama önden, sağ yandan, sol yandan,hafif öne eğilerek kısacası her açıdan bakıp durdum. Eğer göğüsleri bakarakbüyütmek mümkün olsaydı bu konuda bir dünya rekoru bile kırmış olmam mümkündü.Ama ne yazık ki görünen oydu ki hayatımın hiçbir döneminde ben kadınsıkıvrımlara sahip olmayacaktım. İnce, uzun ve tahtamsı bir varlık olarakyaşamımı sürdürmeye mahkûmdu. On beş yaşımı doldurup on altı yaşıma basarken doğumgünü pastamın üstündeki mumları üflemeden önce gözlerimi kapatıp öyle içten veöyle büyük bir gayretle üflemiştim ki annem ve babam çok ama çok büyük birdilekte bulunduğumu düşünerek ne olabileceğine dair tahminde bulunmayabaşladılar. Babam zekâ küpü kızının bu yıl katılacağı bilim yarışmasındaprojesinin birinci gelmesi için dilekte bulunduğunu iddia ederken annemdileğimin yeni bir telefon ya da i-pad olabileceğini düşünüyordu. Gerçeğiitiraf etmekten utanarak sadece gülümsemekle yetindim. Gerçek ne miydi? Şeysize biraz tuhaf gelebilir ama ben daha özel bir dilekte bulunmuştum. Dahabüyük, daha olgun, daha kadınsı olmak ile ilgili. Daha spesifik olmak gerekirseBarbie gibi bir şey olmayı dilemiştim. Tamam, bunun biraz yüzeysel bir yaklaşımolduğunun farkındayım ama Allah aşkına ben de sadece on beş yaşını henüzdoldurmuş bir kızım. Sevdiklerimle birlikte sağlıklı, mutlu, huzurlu, uzun birhayat yaşamak gibi oldukça genel dilekleri dilemeyi anneme bırakıyorum. Benimle ilgili bilmeniz gereken en önemli şeyhayal gücümün lüzumundan fazla güçlü olduğudur. Mesela koyu kumral saçlarım yada gözlüklerim olması sarı saçlı bir Barbie bebeğe benzemeyi hayal etmeme engelolmamıştır. Eğer bunu saçma buluyorsanızlütfen ileride kız çocuklarınıza Barbie bebek almayın. Şimdi hikayemekaldığımız yerden yani akşam yemeği kısmından devam edecek olursak masadakidördüncü tabağın sahibini de tanımanızda fayda var. Yani Beren... Beren doğduğu zaman öyle küçük, öyle sevimli, öylemasum ve zarasızdı ki bir gün büyüyünce bu hale geleceğini hiç tahminedemezdim. Beren'in dört yaşına basmasından itibaren onun bu dünyaya gelişamacını kavramış oldum: Benim sabrımı sınamak. Şimdi sekiz yaşında vegündüzleri bizim okulun ilkokul bölümünde sıra dışı faaliyetlerini sürdürürkenakşamları benim hayatıma burnunu sokmaya devam ediyordu. Babamın yanında küçükprenses, annemin yanında nazlı kuzu rolü yapsa da gerçekte çete elebaşıolduğunu biliyordum. Öğretmenlerinin bitmek tükenmek bilmeyen şikayetlerinerağmen annem onun diğerlerine göre daha geç olgunlaştığını ve bir zaman sonrasakinleşeceğini düşünüyordu. Anneannem onun aslında erkek olacakken son andakız olarak doğduğu şeklinde espriler yapıyordu. Beren ile ilgili herkes farklıbir yorumda bulunsa da ortada bir gerçek vardı ki o da tıpkı pedagogunsöylediği gibi beni delice kıskandığıydı. Buna hiç gerek olmadığını herkesdefalarca anlatmaya çalıştıysa da Beren'in umrunda değilmiş gibi görünüyordu.Sanırım benim derslerdeki başarımı kıskanıyordu. Görüntüm ile büyük bir etkibırakmadığın düşünülürse aklıma başka bir şey gelmiyordu. "Okul nasıldı prenses?" diye sordu babam bensandalyeme yerleşirken. Ben kısaca, "İyiydi," diye geçiştirdiğimde babam,"Elbette iyiydi benim zeki kızımdan başka ne beklenebilir ki?" diye her zamankicoşkulu tavrıyla karşılık verdi. Sanırım bu cümleyi belirli aralıklarlasöylemezse derslerimin kötüye gideceğinden falan endişe ediyordu. Beren'e de aynı soruyu sorduğunda kardeşimin yerindehuzursuzca kıpırdanmasından o gün yine başını derde sokacak bir şey yapmışolduğundan şüphelendiysem de annemin kaş göz hareketini görünce emin oldum. Bukızın okulda uslu sakin geçirdiği birgün olacak mı diye düşünürken ben Beren en güçlü kendini savunmaya taktiğiniuygulamaya başlamıştı bile. Acaba şu dünyada onun gibi istediği zaman veistediği durumda ağlamayı başarabilen başka biri daha var mıydı? Küçükdalevereci yine babamı yumuşak yanında avucu içine almıştı. Görünüşe görearkadaşı ile itişip kakışırken öğretmenin masasına çarpıp üstündeki bilgisayarklavyesinin yere düşmesine neden olmuştu. Biri de yanlışlıkla üstüne basarakbazı tuşları kırmıştı. Ne tür bir itiş kakışma idiyse bu artık koskoca masayıdeprem olmuş gibi sarsacak kadar güçlü... Sonuç olarak zararın giderilmesigerekiyordu ve bunu da ödeyecek olan yine babamdı. Babam ve annem bana karşıhiç göstermedikleri toleranslı yönlerini bir kez daha ona göstererek Beren'iönce sakinleştirdiler. Sonra da yaptığının ne kadar yanlış olduğunu açıklayarakbunun karşılığında çok sevdiği bir şeyden bir ay mahrum kalacağını söylediler.Duyar duymaz bunun bilgisayar olacağını anlamıştım. Çünkü biri bebeklere farklıgiysiler giydirdiği diğeri de kendiçiftliğini kurduğu oyun programlarını ne denli çok sevdiğini bilmeyen yoktu.Ama asıl kötü olan onun sıkılması olacaktı. Her ne zaman canı çok sıkılsa veyapacak bir şey bulamasa o küçük meraklı burnunu benim odama ve hayatımasokardı. Böyle büyük bir olaydan bu kadar küçük bir hasar ile kurtulmuş olmanınverdiği rahatlama ve mutluluğun yüzüne yayılışını görünce burun kıvırıpbakışlarımı tabağıma çevirdim. Çatalımla bezelyeleri top gibi yuvarlayıp pirinçpilavının üstüne teker teker dizmek gibi anlamsız bir uğraşa tüm enerjimivermişken annemin beni izlediğinden habersizdim. "Yemeği beğenmedin mi tatlım?"diye sorunca suçüstü yakalanmış gibi anlamsız bir telaşla irkildim. "Yoo gayet iyi sadece ben pek aç değilim."Çocukluğumdan bu yana hep olduğu gibi bir kez daha annemin eli zamankaybetmeksizin alnıma giderek ateşimi ölçtü. Sonra babama bakıp, "Hasta mıoluyor dersin?" dedi. Babam da her doktorun yapacağını yapıp, gün boyuncamuayene ettiği onca "gerçekten hasta olan" kişiden sonra sonra evdeki basit biriştahsızlığı fazla önemsemeyerek, "Sanmıyorum. Yoktur bir şeyi," diyerekgeçiştirdi. Sırf konuyu uzatmamak adına ağzıma birkaç lokma alıp zorla çiğneyipyutarken hangi arada en sevdiğim yemekten soğuduğumu düşündüm. İşte tam osırada aklıma Koray geldi ve düşüncesi bile tepeden tırnağa ürpermeme nedenoldu. Tabii bu hiç iyi olmadı çünkü annem kesinlikle hastalanmaya başladığımakanaat getirerek beni özel bakım altına aldı. Yemekten sonra doğruca odamagidip yatağa yatmamı söyledi ve ardından çeşitli meyve, bitki yaprakları, çayve bal içeren meşhur anne reçetelerini uygulamaya başladı. İçim dışıma çıkmanoktasına gelene kadar içirdikten sonra nihayet dinlenmem için beni yalnızbıraktığında yatağımda sıkıntıdan ne yapacağımı bilemez vaizyette kalakaldım.Elbette bir kitap okuyabilirdim fakat aklım kendimi kitaba veremeyecek kadarKoray ile meşguldü. Yatağımın yanındaki komodine uzanıp cep telefonumu aldıktansonra Elif'e mesaj attım. Birkaç saniye sonra cevap gelmişti bile. "Sıkıntıdan patlıyorum. Annem hasta olduğumudüşünerek beni erkenden yatağa yatırdı." "Hasta mısın?" "Hayır ama annem öyle olduğuma inanıyor." "Neden?" "Çünkü canım yemek yemek istemedi. İştahım yok buaralar..."Elif "Nedenini sormaya korkuyorum," dediğinde konuyuaçması benim de işime geldi çünkü bunu konuşabileceğim başka kimse yok veaçıkçası bundan öyle çok bahseder oldum ki Elif'in kısa süre sonra çıldırmanoktasına geleceğinden eminim. O yüzden konuyu onun açması iyi oldu. Evet, evetçok iyi oldu."Bugün yine çok tatlıydı. Yani basket oynarkendiyorum hiçbir sayıyı kaçırmadı.""Sen gözlerini dikip ona yiyecekmiş gibi bakmayadevam edersen bu durumun da Tuğba'nın gözünden kaçmayacağına eminim kızım."Off o kızın adını duymak bile beni hasta etmeyeyeterdi. Hayatımda ondan daha kendini beğenmiş, kibirli ve kötü kalpli bir cadıdaha tanımadım. Yanındaki arkadaşları da en az onun kadar kötü ama hepsinin elebaşı Tuğba sonuçta."Hatırlatma bile! Geçen B şubesinden bir kız Korayile biraz samimi sohbet etmiş diye kıza ne yapmış biliyor musun?" "Şu yeni gelen mi? Zavallı kız Tuğba'yı tanımıyorbile..." "Evet zavallıcık neye bulaştığının farkında değildi eminim. Kızıntelefonunu gizlice ele geçirip bütün özel mesajlarının ekran görüntüsünü almışve sonra da sosyal medya hesaplarından yayınlamış. Kız bir arkadaşı ilehoşlandığı çocuk hakkında mesajlaşmış ve..." dedikten sonra ansızın durdum. Şu aniçinde bulunduğumuz durum da pek farklı sayılmazdı aslında. "Elif mesajları silmeyi unutma sakın!" diye onuuyarınca beni sinir etmek için eline geçen fırsatı değerkendirmekte geçkalmadı."Niye ki kızım? Ben bu mesajları sana şantaj yapmakiçin saklamayı düşünüyordum." "Çok kötüsün!" "Biliyorum yaşasın kötülük!" "Ciddiyim Elif bu işin şakası yok. Gerçi hiçbirzaman Koray ile samimi bir sohbet edecek konuma geleceğimizi sanmıyorum ya..." "O hiç belli olmaz Ceren. Mucizelere inanırım ben,"dedikten sonra sırıtan bir yüz ifadesi göndererek benim Koray ile samimiolmamın ancak bir mucize gerektirdiğini vurgulamayı ihmal etmemişti. Ama kimbilebilirdi ki o sırada kaderin de kendi senaryosunu kurguluyor olduğunu?

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 07, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Dolu Dizgin - SIR ( Bu Bir Pinkworks Projesidir)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin